17.Yüzyılın iki önemli eserinden biri olan Sultanahmet Camii, Sinan’dan sonra Türk mimarlığının
meşalesini ele alan Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’nın ellerinde yükselirken Sinan’ın Şehzade
Camii, göz önünde tutulmuş, ancak onun şeması çok ileriye götürülmüştür.
Bilindiği gibi caminin banisi Sultan I.Ahmet genç yaşta, henüz 14 yaşında iken Osmanlı
tahtına 14.hükümdar olarak oturmuş ve 14 yıl saltanat sürdükten sonra 1617 de vefat etmiştir
Zitvatorok barış anlaşması bölgeye ve Osmanlıya bir rahatlama dönemi açıp devletinin
prestijini tekrar perçinleyince Allah’a bir teşekkür belgesi olmak üzere taht şehrinde
o zamana kadar görülmemiş güzellikte bir mabed yükseltmeyi aklına koyar. Baş motifi ve
tutkusu, kulluğunu kanıtlayabilmek üzere, o zamana kadar yapılmış olan camilerin en büyüğünü
ve en güzelini yapmak ve özellikle de Ayasofya'yı geçmek buna birde nam-u şanını kıyamete
kadar yaşatacak bir eser bırakma ihtirası hiç çekinmeden eklenebilir.
Sultan I.Ahmet’in dindar bir padişah olduğu bütün kaynaklarda ittifakla belirtilmiştir. XVII.
Yüzyılın başlarına gelindiğinde İstanbul’un belli başlı tepeleri, her biri bir padişah ismi
taşıyan cami ve külliye binaları ile tutulmuştu. Bununla birlikte Sultan Ahmet, büyük istimlâk
paraları ödemek ve birçok ünlü vezir ve paşa sarayı yıkmak pahasına rabbine ulu bir mabed inşa
ettirmeyi samimi inancının bir vecibesi olarak telakki ediyordu.
Mimar Mehmet Ağa 1569 -1570 de sarayın sedefkârlık ve mimarlık bölümüne dâhil olduktan
sonra önünde yepyeni bir yol açılır ve tam 21 yıl dahi Koca Mimar Sinan ağaya çıraklık ve
kalfalık eder. Koca Sinan’ın vefatından sonra baş mimarlığa geçer. Artık Mehmet ağaya
imparatorluk yolları açılır, koca devletin hangi köşesinden gelirse gelsin tüm milletler
ve cemaatlerinin bütün yetenekli çocuklarını bünyesinde eriten imparatorluğun geniş
topraklarında olanca hazinelerini ve nimetlerini sergileyen düzeni içinde sedefkârlığı ve
mimarlığı yanında devletin çeşitli birimlerinde görev alır. Mimarbaşı olduktan sonra ilk
işi Kâbe’nin onarılması ve ünlü altın oluklarının konulmasıdır.
At meydanının (hipodrom) kıble yönünde bulunan Ayşe Sultan sarayı denize bakıyordu, alanı
çok geniş ve Topkapı sarayına yakındı, çevresi de fazla meskûn değildi. Padişah tarafından
bu yer uygun görüldü. Adı geçen Ayşe Sultana otuz bin halis ayarlı altın gönderdi, o da
gönül hoşluğu ile mülkünü tapuda hemen hünkâra devretti. Sıra caminin temelinin
kazılmasına geldiğinde bunun için Osmanlı usulü büyük bir tören düzenlendi. 1018 yılı
recep ayının 9.perşembe günü. (Bugünkü takvimle 1609 yılı olduğu kesinde ayı yaklaşık
olarak ekim başı oluyor) Devlet erkânı yıkımlarla açılan boşluk arazide toplandılar.
Evliya Çelebiye göre, caminin temel imamı Evliya efendi, temel şeyhi Mahmud efendi
(Aziz Mahmud Hudai), temel kadısı Kara Sümbül Ali efendi, mutemedi Kalender Paşa, temel
nazırı Kemankeş Ali Paşa’dır. Temeline ilk kazmayı bizzat Sultan Ahmet Han vurdu.
Bu kazma bugün Topkapı Sarayı müzesindedir. Temel kazmaya başlanınca ilk önce Sultan Ahmet
Han eteğiyle toprak taşıyarak ''Ya Rab Ahmet kulunun hizmetidir...''diye dua etmişti.
Caminin tamamlanması ise 1026 hicri yılı Cuma Del-ahiresi ayının 4.günü bugünkü takvimle 9
Haziran 1617 etmektedir. Böylece inşaat 7 yıl 5 ay 6 gün sürmüş oluyordu.
Cami, medrese, daru-l kurra, sıbyan mektebi, arasta, hamam, imaret, darü’ş-şifa ve türbeden
oluşan külliyenin merkez yapısı olup bir dış avluyla çevrelenmiştir. Camii duvarları ile
sınırlanan ibadet alanı biçim olarak kareye yakın bir dikdörtgendir.53.50x49.47
metrekaredir Sultanahmet caminin içi dört yapraklı yonca planına sahiptir. Monotonluğu
gidermek amacıyla güney tarafın dışında dört yana galeriler yapılmıştır. Kıble duvarı bu
nedenle diğerlerine ters düşer. Tamamen dışta kalan payele mukabil olarak girintileri
yoktur. Diğer yanlarda üçer adet olan eksedralar güney tarafta ortadakinin zorunlu olarak
kaldırılması nedeniyle sadece iki tanedir. Dört fil ayağı çok etkilidir. Son derece büyük
olmalarına rağmen mermer kaideleri çok sayıda dış bükeyli profile sahiptir. Üst kesimde
ayağı bezemeli kısmından alt kısmı ayıran yazıtlı bir bant yer alır. Boyutları kubbenin
oranlarını bozar, çünkü kubbe 43 metre yüksekliği ve 23,5 m çapı ile nispeten mütevazı
ölçülere sahiptir. Bu ölçüler Mehmet ağanın bir mühendis olarak kabiliyetini gösterir.
Caminin içi çok mahirane yerleştirilen 260 pencere sayesinde ferah bir havaya bürünmüştür.
Pencerelerin yerleştiriliş şeklinden dolayı büyük kubbe sanki havada asılı gibi durmaktadır.
Pencereler ilk yapılışta çiçek motifleri ile bezeli vitraylarla örtülüydü yani düz pencere
camı yoktu ve bu renkli cam işlemeciliği en üst kalitede idi. Bu özelliği mabedi o tarihlerde
gezmiş olan bütün yabancı gezginler fark etmişler ve penceredeki bu renk oyunu buluşuna ve onu
uygulama kusursuzluğuna hayran kalmışlardır
|